Bir Şeyi Sadece Doğru Taklit Etmek, Onu Gerçekten Yaşamakla Eşdeğer midir?

OTRA Psikoloji

Lacanyen bir perspektiften sahicilik, taklit ve öznenin yanılsamaları üzerine:

İnsan davranışları çoğu zaman dışarıdan "tutarlı", "anlamlı" ve "gerçek" görünür. Ama psikanalitik düzlemde mesele, davranışın kendisinden çok hangi yapının içinden üretildiğidir.
Jacques Lacan’a göre özne, bilinçdışı arzularının değil, dil zincirindeki gösterenlerin ürünüdür. Ve çoğu zaman yaşadığını sandığı şey, aslında gösterdiği şeydir.

Bu noktada soruyu tekrar hatırlayalım:

“Bir şeyi sadece doğru taklit etmek, onu gerçekten yaşamakla eşdeğer midir?”

Lacan bu soruya muhtemelen şöyle yanıt verirdi:
“Yaşamak dediğin şey nedir ki? Zaten yaşadığını sandığın çoğu şey, dildeki yabancılaşmanın ta kendisi.”

🧊 Moi ve Sahte Bütünlük İmgesi

Lacan, öznenin aynalı evrede “kendine dair bütünlük yanılsaması” yaşadığını söyler. Yani benlik (moi), aslında bir tür görüntü organizasyonudur; sahici değil, yapay bir bütünlüktür.

Bu noktada kişi, davranışlarını “gerçek benliği”nden değil, bu idealize edilmiş moi imgesine göre üretir.
Yani biz çoğu zaman duygularımızı yaşamaktan çok, nasıl görüneceklerini hesaplayarak ifade ederiz.

Bir duyguyu doğru şekilde “göstermek”, çoğu zaman onu bastırmanın en incelikli yoludur.

🧩 Gösterenler Zinciri ve Taklit

Lacan’a göre insan bilinçdışı, dil gibi yapılandırılmıştır. Bu demektir ki kişi, ne hissettiğini bile dil üzerinden bilir — ki bu da aslında hep başkalarının kelimeleridir.

Dolayısıyla bir şeyi taklit ettiğimizde, biz zaten “dil zincirinin içinde” çoktan taklide başlamışızdır.

Soru şu:

Ben gerçekten mi seviyorum, yoksa “sevgi”ye dair kültürel gösterenleri mi tekrar ediyorum?
Ben gerçekten mi üzgünüm, yoksa üzgün gibi mi görünmeye çalışıyorum?

Lacanyen düzlemde, duygunun kendisi bile "saf" değildir. Hep bir başkasının bakışına kayıtlıdır.

👁️ Büyük Öteki’nin Bakışı ve Sahicilik İllüzyonu

Bir duyguyu yaşarken çoğu zaman içimizden çok dışımızı düşünürüz. “Bunu söylersem ne düşünür?”, “Beni zayıf mı görürler?” gibi kaygılarla duygunun doğrudan ifadesi yerine, ötekinin beklentisine uygun davranışlar sergileriz.

Bunun Lacanyen adı: Büyük Öteki’nin alanı.

Yani kişinin her davranışı, her sözü ve her “hissedişi” bile, aslında ötekine yönelmiştir.

Bu da bizi sahiciliğin tam karşısına götürür:

Duyguyu değil, duygunun performansını yaşamak.

🧠 Arzunun Öznelliği ve Taklidin Kapanı

Lacan’a göre insan, kendi arzusunun öznesi değildir.

Kişi, ötekinin arzusunu arzulayan bir varlıktır.

Bu ne demek?

Ben çoğu zaman kendi içimde beliren dürtüyle değil, “öteki beni nasıl isterdi?” sorusuyla hareket ederim.
Bu da demektir ki, birçok “gerçek sandığım” yaşantı aslında sadece uygun bir taklittir.

📌 Sonuç: Sahici Olanın İmkânsızlığı mı, Arzunun İzini Sürmek mi?

Lacanyen perspektiften bakıldığında, bir şeyi sadece taklit etmekle yaşamak arasındaki fark, aslında hiçbir zaman net değildir. Çünkü biz zaten arzularımızla değil, arzularımızın temsilcileriyle konuşuruz.
Ve bu temsil, bizi kaçınılmaz bir yabancılaşmaya götürür.

Ama yine de şu sorular bir çıkış noktası olabilir:

  • Bu duyguyu neden yaşıyor gibi yapıyorum?
  • Kim beni böyle görmek istiyor olabilir?
  • Kendi kelimelerimle mi konuşuyorum, yoksa ezber mi yapıyorum?
  • Bu his gerçekten bana mı ait?

Çünkü bazen en sahici adım, “sahici olmadığını fark etmektir.”
Ve belki de özne olmak, tam da bu farkındalıkla başlar.

👉 Şimdi Randevu Alın
https://www.otrapsikoloji.com/iletisim

Hemen seansa başla!