Yaratıcılığın organik ve bireyin dünya ile kurduğu kendine has bir ilişkiden meydana geldiğinin farkındalığıyla beraber, size bu yazımızda bu ilişkilerin duygulanım süreçlerinden bahsetmeyi ilgi çekici ve faydalı buluyoruz. Sanat tarihine baktığımızda birçok müzisyenin yalnızca yetenekleriyle değil, aynı zamanda yaşadıkları yoğun duygusal dalgalanmalarla da öne çıktığını görürüz. Kimileri için bu iniş-çıkışlar bir düşüş noktasıyken kimileri için adeta bir hayatta kalma amacı olmuştur.
Ian Curtis
Geçtiğimiz günlerde doğum yıl dönümünü kutladığımız İngiliz Post-punk grubu Joy Division’ın solisti, söz yazarı ve sembol figürüydü. 1970’lerin sonunda İngiltere’nin Manchester kentinde doğmuş ve henüz 23 yaşındayken hayatına son vermiştir. Kendisinin kayıtlara geçmiş olarak epilepsi geçmişi ve depresyon atakları vardı. Geçirdiği bu durum sahte performanslarını zorlaştırıyor, onu fiziksel ve duygusal olarak yıpratıyordu. Ancak tüm bu içsel parçalanma, müziğine de eşsiz bir özgünlük kattı.
Özellikle Isolation (1980) şarkısında geçen şu sözlerle iç dünyasının şarkılarına nasıl yansıdığını görüyoruz:
“Mother, I tried, please believe me.
I’m doing the best that I can.
I’m ashamed the things I’ve been put through.
I’m ashamed of the person I am.”
Bu sözlerin monotonlaşmış ritmik bir vokalle ifade ederken öznenin duygusal yoksunluğunu gözler önüne serer. Dünyadan soyutlanmamış varoluşu kafesleşmiştir.
Kurt Cobain
1990’ların devrim yaratan ve geri durmayan grubu Nirvana’nın üyesi Kurt Cobin “grunge” müziğinin önemli temsilcilerinden biri olmayı başarmıştır. Kendisi her ne kadar bağımlılık, bipolar bozukluk ve ADHD ile mücadele etmiş olsa da yapıtlarındaki canlılığa hiçbir zaman ket vurmamıştır. Sözlerin her zaman bireyde harekete dair bir özlemle hissedilmesine karşın melodik yapıda bir tezat mevcuttur.
Lityum (1991) şarkısında geçen şu sözlerle Cobain’in geçirdiği süreci ironik bir mutluluk ifadesi altında çarpıcı bir şekilde dinleyebiliriz:
“I’m so happy ‘cause today I found my friends,
They’re in my head.”
Fiona Apple
13 Eylül 1977’e New York’ta dünyaya geldi. Annesi bir şarkıcı, babası bir oyuncu olan Fiona Apple; daha çocukken sanatla iç içe bir ortamda büyüdü. Ancak Fiona’nın çocukluğu sadece sanatsal gelişimle değil aynı zamanda derin travmalarla da şekillendi. 12 yaşındayken cinsel saldırıya uğraması onun hem iç dünyasını hem de sanatını derinden etkiledi. Bu olay sonrasında yoğun anksiyete, panik ataklar ve Travma Sonrası Stres Bozukluğu ile mücadele etti. Birçok farklı müzik türünü bir araya getiren tarzıyla yoğun ritmik yapının yanında güçlü ve edebi şarkı sözleri bize eşlik eder. Sözlerinde açıkça şiirselliği ön plana koyan sanatçı, aynı zamanda olanı kendi gözlerinden anlatmayı başarabilmiştir:
“How can I deal with this,
If he won’t get with this?
Am I gonna heal from this?
He won’t admit to it.”
Get Gone (1999) Bu şarkıda yaşadığı cinsel saldırının yaralarını onun anlam dünyasından görebiliriz.
Bu sanatçılar bize duygusal acının sadece bir yıkım değil, aynı zamanda bir yaratım aracı olabileceğini gösteriyor. Duygusallığın temellendirilmesinde duygudaşlık sürecinin sanatla beraber anlamlandırılması hem bireyin var olma halini nitelendirirken hem de onu kendisi yapan özelliklerin ortaya çıkmasını sağlayabilir.
👉 Şimdi Randevu Alın